5 Kasım 2013 Salı

HİNT VEDA TOPLUMU-ELLORA VE AJANTA MAĞARALARI

                                                                HİNT VEDALARI
Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan bir terimdir. Hinduizm dinine inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda kelimesi bilgi manasına gelir ve farkında olmak manasına gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat birçok Hint Bilimciye göre metinler yazılmadan önce uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu.
Vedalar 4 ana bölüme ayrılır:
  1. Samhitalar
  2. Brahmanalar
  3. Aranyakalar
  4. Upanişadlar
Samhita'lar genelde mantralardan oluşur ve 4 bölüme ayrılır:
  1. RigVeda
  2. SamaVeda
  3. YajurVeda
  4. AtharvaVeda
Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır, Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu.
Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda 10:129)
SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır.

Kadim Hint öğretileri : Vedalar

Kadim Hint öğretileri : Vedalar
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu. Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu. Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını. Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Vedalar)
Hinduizmin kökeni Batıdan gelen Hint Avrupa kökenli Aryan istilacılardır. Tantrizm gibi yerel dinleri baskı altında tutmuşlardı, ancak zamanla eski halkların inanç ve adetleri yavaş yavaş yüzeye çıkarak bir şekilde Hinduizmle karışmıştı. Hinduizmin en önemli tanrıları arasında ateş tanrısı Agni' ve güneş tanrısı Surya'dır. Zamanla Yaratıcı Brahma, Koruyucu Vişnu ve Yok Edici Şiva ile bir üçlü kurulmuştur. Aslında Brahma, Vişnu ve Şiva üçlüsü tek bir tanrının farklı yüzleridir. Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu ve Şiva yok edici olarak evrenin yaratılış, var oluş ve yok ediliş sürelerinin kozmik hâkimini gösteriyordu. Bunlar dengede bir birliktelik sağlayan birin üç ayrı sütunu, eşkenar üçgenin her bir kenarı idi.
Veda sözcüğü, vid “bilmek” eyleminden türetilmiştir ve "kutsal, dinsel bilgi" manasına gelir. Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 civarında ortaya çıkmışken, en eski metinler yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Ancak metinler yazılmadan önce; uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttur. M.Ö. 15.y.y.’dan itibaren tarih sahnesine çıkan Vedalar zengin bir tefekkür dünyası sunmaktadırlar.
Veda'lar 4 ana bölüme ayrılır:
1) Samhitalar: İlahi, sihir, melodi ve kurban bilgisini içerir. Samhitalardan en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara ilahiler vardır, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır. Bu başlıkta kendi içerisinde dörde ayrılabilir:
1) Rigveda: İlahi bilgisi. Bu bölümdeki bazı bölümlerin 10 bin senelik olup Osiris efsanesinden bile eski olduğu düşünülmektedir, Güneş-Tanrı’ya söylenen ilahilerde sembol olarak “Her Şeyi Gören Göz” yer almıştır.
2) Atharvaveda: Sihir formülleri bilgisi
3) Samaveda: Melodi bilgisi
4) Yacurveda: Kurban bilgisi
2) Brahmanalar: Düzyazı metinler. Bunların içeriği ilahi bilgiler, kurbanla ilgili gözlemler, kutsal seremonilerdeki pratik ve mistik anlam ve önem'dir. Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır.
3) Aranyakalar: Bu metinler, azizlerin, tanrı, dünya, insanlık üzerine düşüncelerini ve eski Hint felsefesinin izlerini yansıtır. Brahmanalara ek olarak yazılmış metinlerdir.. Orman Metinleri de denir
4) Upanişadlar: Sözsel anlamı gurulara yaklaşmak, yakınlaşmaktır. Hinduizmin vedalarının son kısmında yer alan eklerin adıdır. Ormana çekilmiş ve münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de sade öğretilerden oluşmuştur. Ormana ait bilgiler ve gizli öğretiler diye de adlandırılmaktadır. Huzur ve arınma yolunda daha çok fiziksel ve somut adanmışlıklar içeren ve öneren vedalara bir tepki olarak, evrenle birlik hali ile içsel huzur ve dinginlik arama yolunda daha ruhani patikalar ve biçimler arayan öğretilerin bir toplaması olduğuna inanılmaktadır. Veda'ların sonu “Vedanta” olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" olarak kabul edilir.
Upanişad, mistik yapıdaki kutsal kitaplardır, sözcük anlamı "yanıbaşına oturmak" anlamına gelir. Bu metinler geçmişte Hindu Rişilerinin yani Peygamberlerin öğrencilerine öğrettiği gizli bilgilerdi. En eski Upanişadlar M.Ö. 800–700 yılları arasında yazılmıştır. 13 temel Upanişad Hindu felsefesinin ve mistisizminin en büyük ve en önemli kaynağıdır.
Bütün Upanişadlarda öğretilen temel öğreti, bütün evrenin Tanrı olduğu, Atman olarak adlandırılan insan ruhunun da aslında Tanrı'nın bir parçası olduğu ve öldükten sonra su damlasının okyanusla birleşmesi gibi insanın da Tanrı ile birleşeceği, onda özümsenip Tanrı'da yok olacağı onunla bir olacağı doktrinidir. İnsanın yüksek benliği Tanrı ile birdir düşüncesi hâkimdir ve zaman zaman Baykuş simgesi ile sembolize edilir.
Upanişadlar’da değişik düşünürlerin değişik dönemlerde yazdıkları metinlerdir. Kişiyi cehalet bağlarından koparan ve en yüksek amaç olan özgürlüğe ulaştıran tanrı bilgisi olarak geçmektedir. Upanişadlar’da ters yaşam ağaçları prensipten tezahüre doğru yoğunlaşmayı simgeler.
Upanişadlarda şöyle geçer: "Brahman her şeydir. Evrende var olan bütün görüntüler, arzular, duyular Tanrı’dan zuhur ederler. Tanrı’yı tanımak için, kişinin kendisi ile kalbinin derinliklerinde gizli bulunan Tanrı’nın aynı Varlık olduğunu idrak etmesi gerekir. Kişi, ancak bu şekilde ölümden kurtulur. Bütün bu evren Brahman'dır. Her şey O'ndan çıkar, ondan kaynaklanır. Her şey O'nda erir, O'nda çözülür, O'nda yok olur. Ve her şey “O” ile devamlılığını sürdürür. O, en üstün olandır, bütün duyuların ve düşüncelerin ötesindedir. Her şeyin özünde Atman vardır Brahman, her insanın yüreğindedir."
Buda’nın öğretileri ile Vedalar arasındaki ilişki Eski Ahit ile Yeni Ahit arasındaki ilişkiye benzemektedir. Tarihte daha önceden söylenmiş sözler bilinmeden, yeni düşünceler idrak edilebilinemez. Her yeni yazılı olarak ortaya çıkan kadim tradisyon, uzun zamandır uygulanan sözlü geleneğin sonucudur. Tüm öğretiler çok kısa bir zamanda ortaya çıkmışlar gibi gözükseler de aksine, yüzyıllar boyunca nesilden nesile, ağızdan ağıza aktarılarak meydana getirilmiş büyük bir birikimin sonuçlarıdırlar.
Hintliler için bu kitaplar kutsaldır, ancak Buddhistler için kutsal değildir. Buddhistler göre Vedalar, Brahmanlar tarafından değiştirilmiş ve yanlışlarla doldurulmuştur.
Hintliler, insanın özünün tanrıdan bir parça olduğuna ama bunu fark edemediğine inanırlar. İnsanların çoğu bir tek ömür boyunca bu farkındalığa erişemezler şeklinde düşünülür. Ruh ölümden sonra yeni bir vücutla dünyaya geri döner ve son evrim çağına kadar da yenilenmeyi sürdürür; sürmekte olan bu ruh göçüne oluşum çarkı Samsara denir. Bu terim, ruhun değişik dönüşüm aşamalarından geçmesi yani reenkarnasyon çarkıdır. Osho da bu çarktan farkındalıkla sadece evrenin büyük tanığı olarak çıkılabilinir demektedir. Bencillikten vazgeçme, Tanrı sevgisi, bedenin ve zihnin gücü, insanın kendisini bilmesi olmaksızın, bu yolda başarıya ulaşılamaz. Gerçekle cesaretle yüzleşebilmek geleneği tüm ezoterik sistemlerde mevcuttur.
Konumuzla ilgili bazı terimlerin karşılıkları şöyledir:
Atman: “Gerçek ben”, “öz”, ”‘O”, “Ruh”, şekle takılıp kalmayan.
Brahma: Büyülü formül, dua, kutsal bilgi, Vedalar, Evrensel ruh.
Gnana: Bilgi. Özellikle meditasyon yoluyla edinilen yüksek manevi bilgi. Her şeyin Brahman’da bir olduğunun idrak edilişidir.
Maya: İllüzyon. Gerçeği örten bir nevi tüller. Bağımlılıklar.
Vedalar: Hint Aryalılar’ın eserleri olan ilahiler bütünü. Bilgi, bilgelik.
Vedanta: Vedalar’ın sonu. Upanişadlar’ın sonunda yer alan dini ve felsefi metinler. Upanişadlar’a bağlı metafizik düşünceler.
Yoga: Yoga, bireysel ruhun “Evrensel Ruh” ile birleşebilme yollarını öğretir.

Vedalardan bazı alıntılar ile bitirelim:
“Ötelerin ötesidir, Brahman, yücelerin yücesi. Başlangıçta yalnız O vardı. Adlar değişik, kalıplar ayrı, cevher tek; Brahman. Ama Brahman dışında başka bir kâinat da var, benliğimiz Atman.”
“Işıklar içinde doğarsın Agni ( Ateş Tanrısı)
Dünyaya ışıklar saçarsın.
Göklerde, sularda, toprakta Sen varsın”

"Hakikatten daha yüksek bir öğreti yoktur." Vedalar
Gerçeği arayış, bir olan bilgiyi arayış; kendimizi ön plana çıkarmadan, öğretiyi ön plana çıkarır. Yeni hiçbir şey söylemiyoruz, sadece birlikte hatırlıyoruz. Her birey kendi aydınlanmasını kendi yolunda yaşar ama kadim ezoterik bilgelik birdir. Bu yol zor ve meşakkatlidir. Ne mutlu zoru seçip ışığı arayanlara...

ELLORA ve AJANTA MAĞARALARI
Mağaralar Bombay’in 400 km kuzeydoğusunda yer alır. Ellora’da kayalara oyulmuş 34 görkemli mağara, dik kayaların arasında pusuya yatmış heykellerle bezenmiş. Bunların arasında tapınaklar, koridorlar ve platformlar yer alır. Ajanta’nın dikkat çeken unsurları ise bulunduğu yerin muhteşemliği ve daha önce burada yaşayan 200 Budist rahip tarafından duvarlara boyanmış büyüleyici resimler.
Ajanta mağaralarının tarihi İÖ 200 yılına kadar gider. Rahiplerin toplantı ve yaşama yeri olarak düşünülmüş olan bu mağaraların duvarları Buda’ nın yaşamından esinlenen kabartma ve resimlerle bezelidir. Ellora’ da bulunan görkemli mağara, tapmak için Hint tanrısı Şiva’ya adanmıştır. İS 8. yüzyılda insan eliyle yapılmış olan bu mağaranın sunakları ve geniş toplantı odaları bulunmaktadır.
Ajanta mağaralarının başlıca özelliği, en eski Budha resimleri ile Gupta döneminin başlıca resimlerini birleştirerek, Hint duvar resimlerinin en ünlü kalıntılarını kapsamalarıdır. Tapınak-mağaralar iki türdür:”Vihara’ lar ya da konut mağaraları ; “şayta”lar ya, da toplantı mağaraları. Toplam sayısı on dokuz olan bu oyma mağaralardan IX. Ve X. “şayta”nın duvarlarını süsleyen freskler çok eski Satavhana Dekan sülalesinin adı sanatının tek kalıntısıdır. İlk olarak kazılmış “şaytalar” ın her iki yanma sonradan oyulmuş “şaytalar” sa Gupta resminin en yüksek aşamasını gösteren örneklerle süslüdürler.

24 Ekim 2013 Perşembe

ÇATALHÖYÜK

                                                      ÇATALHÖYÜK
Çatalhöyük, Orta Anadolu'da, günümüzden 9 bin yıl önce iskan edilmiş,çok geniş bir Neolitik Çağ ve Kalkolitik Çağ yerleşim yeridir. Doğu ve batı yönlerinde yan yana iki höyükten oluşmaktadır. Doğudaki Çatalhöyük olarak adlandırılan yerleşme Neolitik Çağ'da, Çatalhöyük olarak adlandırılan batıdaki höyük ise Kalkolitik Çağ'da iskan görmüştür. Günümüz Konya Şehri'nin güneydoğusunda, Hasandağı'nın yaklaşık olarak 136 kilometre uzağında, Çumra İlçesi'nin 11 km. kuzeyinde, Konya Ovası'na hakim buğdaylık arazide bulunmaktadır. Doğu yerleşimini, en son Cilalı Taş Devri sırasında ovadan 20 metre yüksekliğe kadar ulaşan bir yerleşim birimi oluşturmaktadır. Ayrıca, batıya doğru da ufak bir yerleşim birimi ve birkaç yüz metre doğuya doğru da bir Bizans yerleşimi bulunmaktadır.
Höyükler kabaca 2 bin yıl kesintisiz iskan edilmiştir. Özellikle neolitik yerleşimin genişliği, barındırdığı nüfusu, oluşturduğu güçlü sanat ve kültür geleneği ile son derece dikkat çekicidir.Yerleşimde 8 bin üzerinde insan yaşadığı kabul edilmektedir. Çatalhöyük'ün diğer neolitik yerleşimlerden temel farkı, bir köy yerleşmesini aşıp kentleşme evresini yaşamakta olmasıdır.Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan bu yerleşimin sakinleri, ilk tarımcı topluluklardan da biridir. Bu özelliklerinin bir sonucu olarak 2009 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne önerilmiştir.UNESCO tarafından 2012 yılında Dünya Miras Listesi'ne dahil edilmesine karar verilmiştir.

ARAŞTIRMA VE KAZILAR

Doğu Höyük (Çatalhöyük (Doğu)), muhtemelen, bugüne kadar bulunmuş en eski ve en gelişmiş Neolitik Çağ yerleşim merkezidir. 1958 yılında James Mellaart tarafından keşfedilmiş, ilk kazıları 1961-1963 ve 1965 yıllarında yapılmıştır. 1993'te yeniden başlayan ve günümüze kadar devam eden kazılar Cambridge Üniversitesi'nden Ian Hodder tarafından yönetilmektedir ve İngiltere, Türkiye, Yunanistan, ABD'li araştırmacılardan oluşan karma bir ekip tarafından yürütülmektedir. Kazı çalışmaları ağırlıklı olarak "ana höyük" olarak görülen Doğu Höyük'te yürütülmüştür. Buradaki kazı çalışmalarının 2018 yılına kadar sürdürülmesi planlanmaktadır.
Batı Höyük'te ise 1961 yılında höyüğün üzerinde ve güney yamaçta iki derinlik sondajı gerçekleştirilmiştir. Doğu Höyük'te 1993 yılında ikinci dönem kazıları başladığında Batı Höyük'te de yüzey araştırması ve yüzey sıyırması çalışmaları başlatılmıştır.
Tarih öncesi yerleşim birimlerindan önce terk edilmiştir. Bir zamanlar iki yerleşim birimi arasında Çarşamba Nehri'nin bir kanalı akmaktadır, ve yerleşim birimleri, ilk tarım zamanlarında elverişli sayılabilecek alüvyonlu toprak üzerine kurulmuştur. Evlerin girişleri üst kısımlarında bulunmaktadır.


 


MİMARİ
  • Çatalhöyük (Doğu)
Kuzey kesimdeki mimari diğer kesimlerden farklı görünmektedir. Buradaki ışınsal düzen muhtemelen yerleşmenin merkezine uzanan sokaklar, geçitler, su ve drenaj kanallarına bağlıdır. Bu kesimde mimari, konutlar ve açık alanlardan oluşmakta, saray, tapınak, ortak kullanıma ait büyük depolama alanları bulunmamaktadır.
Yerleşimin genelinde evlerin birbirine bitişik inşa edildiği, dolayısıyla duvarların ortak kullanıldığı, aralarında avluya açılan dar geçitlerin bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu avlular bir yandan hava ve aydınlatma sağlayan, diğer yandan da çöp alanı olarak kullanılan alanlardır.Avlular etrafından yapılmış bu konutlar mahalleleri oluşturmuştur. Bu mahallelerin yan yana sıralanmasıyla da Çatalhöyük kenti ortaya çıkmıştır.
Konutlar birbiri üstüne, aynı plana göre inşa edilmiştir. Bir önceki konutun duvarları, bir sonrakinin temelleri olmuştur. Konutlaın kullanım süresi 80 yıl gibi görünmektedir. Bu süre dolduğunda ev temizlenmiş, toprak ve molazla doldurulmuş, üstüne aynı planda yenisi inşa edilmiştir.
Konutlar dörtgen biçimli kerpiç tuğlalarla taş temel kullanılmadan dörtgen planlı olarak yapılmıştır. Ana odalara bitişik depo ve yan odalar bulunmaktadır. Aralarında dikdörtgen, kare ya da oval biçimde geçişler vardır. Çatılar, saz ve kamış damların üstlerinin, günümüzde bölgede ak toprak olarak adlandırılan kalın bir kil tabakasıyla sıvanmasıyla yapılmıştır. Bu çatıları taşıyan ahşap kirişlerdir ve duvarların içine yerleştirilen yine ahşap dikmelere dayanmaktadır.Arazinin farklı eğilimleri yüzünde konut duvarlarının yüksekliği de farklıdır ve bu farklılıktan yararlanılarak batı ve güney duvarlarının üst kısımlarında, ışıklandırmayı ve havalandırmayı sağlamak üzere pencere boşlukları bırakılmıştır. Konutların tabanları, duvarları ve içlerindeki tüm yapı ögeleri beyaz renkte bir sıva ile kat kat sıvanmıştır. Yaklaşık 3 cm. kalınlıktaki bir sıvada 160 kat belirlenmiştir. Sıva, beyaz kalkerli, milli bir kil kullanılarak yapıldığı anlaşılmıştır. Çatlamaması için içine ot, bitki sapları ve yaprak parçaları katılmıştır. Konutlara giriş çatıda açılan bir delikten, büyük olasılıkla tahta bir merdivenle sağlanmaktadır. Yan duvarlarda giriş yoktur. Konut içindeki ocak ve oval biçimli, üstleri düz bırakılan fırınlar çoğunlukla güney duvarında yer almaktadır. Her konutta en az bir platform bulunmaktadır. Bunların altlarına, zengin gömüt armağanlarıyla ölüler gömülmüştür. Depo odalarının bir kısmında açkılama taşları, baltalar ve taş aletlerin konduğu kilden yapılma kutular ele geçmiştir.
Höyüğün erken tabakalarında Mellaart'ın saptadığı yanmış kireç topaklarına üst tabakalarda rastlanmamaktadır. Zaten alt tabakalarda sıva olarak kireçten yararlanıldığı, ancak üst tabakalarda sıva için kil kullanıldığı görülmektedir. Kazı başkanı Hodder ve İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nden Wendy Matthews, kireç kullanımının, çok fazla odun gerektirdiği için daha sonraki evrelerde terk edildiği görüşündedir. Kireç taşı, 750 dereceye kadar bir ısıda fırınlandıktan sonra sönmemiş kirece dönüşmektedir. Bu ise çevreden büyük miktarda ağaç kesilmesini gerektirmekteydi. Arkeologlar benzer sıkıntıların Ortadoğu neolitik yerleşimlerinde de yaşandığını, örneğin Ayn Gazal'ın 8.000 yıl önce, yakacak odun sağlamak uğruna çevreyi yaşanamayacak hale getirmeleri yüzünden terk edilmiş olduğunu kabul etmektedirler.
Bir kutsal mekan olduğu düşünülen yapının kuzey ve doğu duvarlarında 1963 yılı kazıları sırasında Çatalhöyük kent planı olduğu anlaşılan bir harita ortaya çıkarılmıştır. Günümüzden yaklaşık olarak 8200 yıl öncesine tarihlenen (radyokarbon tarihleme yöntemi ile saptanan yaşı MÖ 6200 ± 97) bu çizim, dünyanın bilinen ilk haritasıdır. Yaklaşık olarak 3 metre uzunluğa ve 90 cm. yüksekliğe sahiptir. Halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.

          

  • Çatalhöyük (Batı)
James Mellaart başkanlığındaki 1961 yılındaki kazılarda Erken Kalkolitik I'e tarihlenen bir yapı açığa çıkarılmıştır. Kerpiç duvarlı, dörtgen planlı bu yapıda duvarlar yeşilimsi sarı renkte bir sıvayla sıvalıdır. Erken kalkoliltik II tabakasında ise, etrafı hücre tipi odalarla çevrili, görece büyük ve iyi inşa edilmiş merkezi odalardan oluşan bir yapı ortaya çıkarmıştır
SANAT
Konutların iç duvarlarında panolar yapılmıştır. Bazıları bezeksiz, kırmızının çeşitli tonlarında boyalıdır. Bazılarında geometrik bezekler, kilim desenleri, iç içe geçmiş daireler, yıldızlar ve çiçek motifleri bulunmaktadır. Bir kısmında el ve ayak izleri, tanrıçalar, insan, kuş ve diğer hayvanlar, av sahneleri ile doğal çevreyi yansıtan çok çeşitli tasfirlerle bezenmiştir. Kullanılan diğer bir bezeme türü kabartma betimlemelerdir. İç düzenlemelerde platformlara oturtulmuş boğa başları ve boynuzları ilginçtir. Birçok evin duvarında gerçek boğa başlarının kille sıvanmasıyla yapılan kabartmalar mevcuttur. Bazı mekanlarda bunlar bir dizi halindedir ve Mellaart tarafından bu yapıların kutsal mekan ya da tapınak olduğu ileri sürülmektedir. Bina 52 olarak adlandırılan yapının yangın geçirmiş odasında bütün halinde in situ bir boğa başı ve boynuzları bulunmuştur. Duvarın içine yerleştirilmiş olan boğa başı açkılanmamıştır. Üst kısımda ise 11 sığır boynuzuyla bazı hayvan kafatasları bulunmaktadır. Bir dizi boğa boynuzu, boğa başının hemen yanındaki bir sekide yer almaktadır.
Konut duvarlarında yer alan tasvirler av ve dans sahneleri, insan ve hayvan resimleridir. Hayvan resimleri akbaba, leopar, çeşitli kuşlar, geyik ve aslan gibi hayvanlardır. Ayrıca 8800 yıl öncesine ait, kilim motifleri denilebilecek motifler de görülmektedir ve günümüz Anadolu kilim motivleriyle ilişkilendirilmektedir. Figürin buluntular sığır, domuz, koyun, keçi, boğa, köpek ve tek olarak sığır boynuzlarıdır.
İNANÇ

Doğu Höyük, Anadolu'da kutsal yapılara rastlanan en eski yerleşimdir. Kutsal mekan olarak tanımlanan odalar diğerlerinden daha geniştir. Bu odaların ayin ve yakarı için ayrıldığı düşünülmektedir. Duvar resmi, kabartması ve heykeller, diğer konut odalarına oranla daha yoğun ve daha farklıdır.Doğu Höyük'te bu tarz kırktan fazla yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu yapıların duvarları av ve bereket büyüsü ile inançları yansıtan betimlemelerle süslenmiştir. Ayrıca kabartma olarak leopar, boğa ve koç başları, boğa doğuran tanrıça figürleri yapılmıştır. Bu durvarlarda geometrik süslemeler de sıkça yer almaktadır. Diğer yandan toplumu etkileyen doğa olaylarının da betimlendiği görülmektedir. Örnek olarak yakınlardaki volkanik Hasan Dağı'nı patlaması olduğu düşünülen bir betimleme açığa çıkarılmıştır.Çatalhöyük Doğu Höyük'te III. tabakadan X. tabakaya kadar olan tabakalarda, kutsal yapıların içinde çok sayıda pişmiş kilden yapılma Ana tanrıça heykelcikleri, boğa başı ve boynuzları ile kadın göğsü rölyefleri bulunmaktadır. Ana Tanrıça, genç kadın, doğuran kadın ve yaşlı kadın olarak betimlenmiştir. Bu buluntuların tarihlendirilmesiyle Anadolu'da en eski Ana Tanrıça Kült merkezlerinden birinin Çatalhöyük olduğu kabul edilmektedir.Bereketi simgeleyen Ana Tanrıça Kültü'nde erkek ögeyi boynuzlu boğa başlarının temsil ettiği düşünülmektedir. Güleryüzlü ve sevecen betimlemeler Ana Tanrıça'nın doğaya sunduğu yaşamı ve bereketi simgelerken, kimi zaman korkunç denebilecek betimlemeler de, bu yaşam ve bereketi geri alabilme yetisini ifade etmektedir. Elinde akbaba olabileceği düşünülen yırtıcı bir kuşla betimlenen tanrıça heykeli ile yarı ikon tarzı ürkütücü heykelcik ise, Ana Tanrıça'nın ölüler ülkesiyle bağını temsil etmektedir. İki yanındaki leoparlara dayanmış durumda doğum yapan şişman kadın figürü ile aslanlı tahtlarda oturur biçimde tasvirlerine rastlanan Tunç Çağı Mezopotamya'sının İnanna - İştar'ı ve Mısır inancındaki İsis - Sekhmet'i arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.
Öte yandan Çatalhöyük Neolitik yerleşiminde konutun sadece barınmak, erzak ve eşya depoplamak / güven altına almak gibi işlevlerinin olmadığı, aynı zamanda bir dizi sembolik anlam üstlendiği anlaşılmaktadır. Hem konutlarda hem de kutsal mekan olarak görülen yapıların duvar resimlerinde ana tema boğa başlarıdır. Günümüzde yabani sığır olarak tanımlanan boğaların alın kemikleri, alın kemiklerinin boynuzların oturduğu kısımlar ve boynuzlar, kerpiç dikmelerle birleştirilerek mimari öge olarak kullanılmıştır.Konutlardaki duvar resimlerinin, ölülerin gömülmüş olduğu kesimlerde daha yoğun olduğu dikkati çekmiş, bunun belki de ölülerle bir çeşit iletişim kurma amaçlı olduğu ileri sürülmüştür.Öyle ki duvar resimlerinin üstünün tekrar sıvanmasından sonra, sıva altında kalan resmin aynen yeni sıva üzerine boyanmış olduğu saptanmıştır.
İlginç bir buluntu da bir evin gömüt çukurunda bulunan dişlerin, bir alt evredeki evin gömüt çukurundaki çene kemiğinden geldiğinin saptanmasıdır. Böylece evden eve geçen insan ve hayvan kafataslarının miras ya da önemli eşya olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.